TRABZON
Yağmur o kadar şiddetli yağıyordu ki kapının önünde indiğim taksiden binaya girene kadar sırılsıklam olmuştum bile. ‘Geç kalmak ve yağmurda ıslanmak.’ Bu ikiliden gerçekten nefret ederdim. Randevuya geç kalmış olmak ve ıslandığımdan kendimi pis hissetme duygusu beni rahatsız ederdi. Bunları düşünürken öylece izmir Buca Halk Eğitim Merkezi’ne girdim. Öğretmen Nevin Hanım’ı sordum koridorda beni karşılayan kişinin Halk Eğitim Merkezi müdürü olacağını hiç düşünmeden.
‘Bir saniye beyefendi hele bir soluklanın.’ diyen müdür beyin peşinden onun odasına geçtik ve müsait gördüğüm bir yere iliştim hemen. Müdürden çaycıya hepsi geleceğimden haberdarmış meğer, beni bekliyorlarmış. Karşılanma biçimi o kadar içten o kadar gerçek. Müdür beyin odasında kaç çay içtiğimi hatırlamıyorum. AÇEV’’in bir araştırma projesi için ‘Derinlemesine Görüşmeler’ yapıyordum AÇEV Eğitmenleri ile. Gaziantep, Ankara, Samsun’dan sonra sıra izmir’de idi. Bir haftadır geziyordum ve bu görüşmenin ardından eve dönecektim.
Müdür Bey son çayımın ardından görüşeceğim öğretmen Nevin Hanım’ı çağırdı. içindeki mutluluk, hareketlerindeki heyecan ve yüzünde yılların verdiği yorgunluk ifadesi ile karşımda Nevin Hanım vardı. Özür diledim önce geç kaldığım için. Nevin Hanım orta boylu simsiyah saçlarına hafif hafif aklar düşmüş bir hanımefendi. Tanıştık. Ben ses kaydı da alacağımdan sakin bir yerde görüşmek istediğimi söyledim ve böylece müdür beyden izin isteyip sınıflardan birine girdik. Masada lacivert ekoseli bir örtü, yerde bir elektrik sobası ve önünde çaydanlık.
Değil ücra bir Anadolu kasabası izmir olsa ne fark eder. Anadolu insanı bir başka oluyor işte. Para aldığım bir iş için uçakla izmir’e gelip kendisi ile görüşeceğimi söylediğim günden beridir öğretmen hanım misafir karşılama telaşında idi. istanbul’dan uçakla misafiri geldiğini mahallede anlatmadığı kimsenin kalmadığını öğrendim sohbet esnasında. Çay, poğaça her şey hazır okul masasından bozma sıranın üzerinde.
AÇEV ile ilgili soruları bitirdiğimde yaptığı işten ne kadar keyif aldığını gördüm. Konuşmamız esnasında Ardahanlı olduğunu öğrendim Nevin Hanım’ın. Benim nereli olduğumu sorduğunda ‘Trabzonluyum’ dediğimde ise birden bire yüzünün şekli değişti ağlamaklı oldu. Büyük bir hata yaptığım hissine kapıldım birden. Ne oldu acaba babasına, kocasına ya da çok sevdiği birine Trabzonlular bir şey mi yapmıştı Nevin öğretmenin? Nasıl telafi edilirdi böyle bir şey? Ne yapmalıyım, hangi soruyu sormalıyım? Saniyeler içinde aklımdan bütün bunlar geçtikten sonra ağlayarak konuşmaya başladı Nevin öğretmen.
Gerisini onun ağzından size aktarayım:
Yavuz Bey, Ben Ardahan’ın bir dağ köyünde doğdum çocukluğum da orada geçti. Biz Ardahan’da yaşayan fakir bir aileydik. Bizim oralarda aileler kızlarını ilkokuldan sonra ortaokul veya lisede okutamazdı. Neden hem tutuculuk hem de maddiyat olurdu genelde Buna rağmen kızlarını ilkokuldan sonra okutan az da olsa birkaç aile vardı. Bu ailelerin hepsi varlıklı ailelerin çocukları idi. Ardahan’ın bir dağ köyünde yaşıyorduk ve yakınımızda okul olmadığından ilkokuldan sonra okumak isteyenler şehir dışına veya ilçe merkezine gitmek zorunda kalıyordu. Her iki seçenekte bize uzaktı. Hele ilçe merkezine ulaşım çok zordu. Okumak için en fazla tercih edilen yerler hep komşumuz sayılan büyük bir il oluyordu.
Fakir bir aile olmamıza rağmen babam benim okumamı çok istiyordu. Diğer şehirlerdeki akrabalarımızı yokladı. Kimse yanaşmadı beni yanlarına alıp okutmaya. Ama babam kararlı idi beni okutmaya. Yakın bir ildeki parasız yatılı okul sınavını kazandığımda babam benden çok sevinmişti buna. izinlerde geldiğim köyümüzden okullar başlarken ayrılırdım. Ortaokuldan liseye kadar 6 yıl her tatilde Ardahan’a gelir köyümüzde anneme yardım ederdim.
Okullar başlarken veya sömestr tatil dönüşlerinde babamla birlikte sabaha karşı 3’te kalkıp yürüyerek köyden 1,5 kilometre uzaklıktaki ana yola iniyorduk. Babamın bineceğim arabayı seçmesi saatlerimizi aldığından çok erken kalkıyorduk. ilk başta bu beklemeler bana çok anlamsız geliyordu. Ta ki gerçek nedenini öğrenene kadar.
Özellikle de şubat tatillerinde kar o kadar fazla oluyordu ki babam beni sırtına alarak yola indiriyor ve yoldan geçen kamyonlardan birine bindirerek başka bir şehirdeki okuluma gönderiyordu. Tatillere gelirken ise babamın rica ettiği öğretmenlerimden biri beni bizim o tarafa giden bir arabaya bindiriyordu. Dedim ya bizim oradan komşu ilimize dolmuş olmadığından babam beni genelde yük kamyonlarına bindirirdi. Bindirirdi bindirmesine ama ben köydeki insanların benim ile ilgili yaptığı dedikoduları duyar geceleri gizli gizli ağlardım.
‘Babam beni yani öz kızını satıyor muş’. Köylüler öyle diyordu. Çocuk aklımla babamın beni okuduğum masallardaki köleler gibi satacağını düşünürdüm. Bunun nedeni ise babamın yol üzerinde beni bindireceği kamyonu beklerken geçen her kamyonu durdurup onlarla kısa bir konuşma yaptıktan sonra bineceğim kamyonla ilgili kararını veriyor olması idi. Uzaktan bunu görenler ise sanırım babamın şoförler ile pazarlık yaptığını düşünüyordu.
Bindiğim kamyonların şoförleri babamın kimbilir hangi zahmetle kazanıp bir kısmını bana verdiği ve avucumda sıkıştırdığım paramı harcatmaz. Yedikleri lokantada kendi yediklerinden daha fazlasını ısmarlar, uyurken yan koltukta paltolarını çıkarıp üzerime örter bazen da çaktırmadan cebime harçlık koyarlardı.
Ben ise babamın ne yaptığını, neden o şehre giden her arabaya beni bindirmediğini çok sonradan öğrendim. Öğrendikten sonra köylülerin bizi suçladığı konu ile ilgili üzüntülerim her geçen gün daha da arttı. Yıllar böyle geçti. Ben okudum ve öğretmen oldum. Evlendim, üç çocuk yetiştirdim. Biri şu anda bursla ABD’de okuyor. Beni her türlü yokluğa ve iftiraya karşı okutan babam ise şu anda yaşamıyor. Allah mekanını cennet etsin sevgili babamın.
Yıllarca babamın beni neden o yoldan geçen kamyonlardan herhangi birinde değil de seçtiği bir şoföre teslim ettiğini ise evlendiğimde bir kez daha anladım.
O kadar erkenden kalkıp saatlerce kış kıyamette araba beklerken babam şoförlere nereli olduklarını soruyordu. ‘Trabzonluyum’ cevabını alana kadar beni hiçbir kamyoncuya teslim etmiyordu. Neden diye sorduğumda ise ‘kızım Trabzonlular güvenilir ve ahlaklı insanlardır’ seni onlara teslim ettiğimde gözüm arkada kalmıyor’ demişti. Şimdi oğlum ABD’de yaşıyor. Oğlumu ABD’ye yolcu ederken pistin ufkuna boş boş uzunca baktım ama oğlumu teslim edebileceğim bir Trabzonlu kamyoncuyu boşa aradı gözlerim.
Yavuz Bey! Ben o nedenle nerde bir Trabzonlu görsem aklıma babam, benim için yaptığı yaptığı özveriler ve uğradığı iftiralar gelir ve ağlarım. Bu sözleri bitirdiğinde dakikalarca o ağladı ben ağladım ağladım ağladım…
Bu ülkenin sokaklarında, yollarında nefes alan tüm Trabzonlular size seslenmek istiyorum: Ardahanlı bir babanın bozkırın veya dağların ortasında sabah erkenden yolunuzu çevirip kızını size teslim edebileceğini unutmadan yaşayın emi..
Ben ise kamyoncu babasını yıllar önce kaybetmiş bir oğul olarak yaşarken babama hiç ‘Ardahan yolunda bir küçük kız çocuğunu arabaya alıp Trabzon’a getirdin mi?’ diye soramadım. Ben ise esas buna ağladım.
Nevin öğretmen! Ağlatmasaydın beni bu kadar keşke. Ben şimdi bu odadan bu gözlerle nasıl çıkacağım. Ne derler arkamdan müdür bey ve okuldaki diğer arkadaşlarınız. Bir iftira da bana ve sana atmazlar mı? Ağlama ve beni de ağlatma. Lütfen! Lütfen!
Kimselere selam vermeden Buca Halk Eğitim Merkezinden kaçarcasına çıktım. Yağmur birazcık dinmişti ama yağmur damlalarından kaçmıyordum artık. Gözyaşlarımı saklıyordu onlar. Kızını Trabzonlu şoförlerden başkasına teslim etmeyen babayı düşündüm. Kızı teslim alıp onu sağ salim yerine teslim eden şoförleri düşündüm.
Trabzonum! Güzel insanlarımın şehri! Delikanlıların, aydınların, erdemlilerin şehri! Kaldı mı o şoförlerden koynunda? Nerede saklıyorsun onları? Söyle nerdeler? Dipsiz koyu mavi karanlık sularına mı gömdün? Başı dumanlı yeşil dağlarının ıssız kuytu köşelerinde mi sakladın yoksa? Söyle neden saklıyorsun onları? Çıkar sal sokaklara da sokaklar insan görsün. İnsan!