Yoksulluğun gölgesinde temel haklar: Gıdaya erişim krizi

Sosyal bir devlette yaşayan herkes tarafından gündeme getirilmesi gereken soru çok açık ve net: Sağlıklı ve yeterli gıdaya erişimin, iyi koşullarda barınmanın, nitelikli eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşımın temel haklar olduğunu biliyoruz; ancak yoksulluk ile bu haklara erişebilme yetisi arasında çözülmesi güç düğümlerle örülen ilişkiye yeterince odaklanıyor muyuz?

27.11.2023

Sosyal bir devlette yaşayan herkes tarafından gündeme getirilmesi gereken soru çok açık ve net: Sağlıklı ve yeterli gıdaya erişimin, iyi koşullarda barınmanın, nitelikli eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşımın temel haklar olduğunu biliyoruz; ancak yoksulluk ile bu haklara erişebilme yetisi arasında çözülmesi güç düğümlerle örülen ilişkiye yeterince odaklanıyor muyuz?

Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (WFP) tarafından Haziran 2022’de açıklanan Açlık Haritası’na göre Türkiye’de yeterli gıdaya ulaşamayanların sayısı 14,8 milyon. Aynı rapor, 5 yaş altı çocukların yüzde 1,7’sinin akut yetersiz beslenme, yüzde 6’sının ise kronik yetersiz beslenme yaşadığını söylüyor.

Bu veriler, gıda güvencesinin yalnızca doğal koşullara bağlı bir erişim sürecini ifade etmediğini açıkça gösteriyor. Yani piyasada olsa da gıdaya erişimin önünde ekonomik, sosyal ve siyasi birtakım engeller bulunuyor.

Tam bu noktada iktisatçı Amartya Sen’in “yapabilirlik” kavramından bahsetmek yerinde olacaktır. Kavram, en genel ifadeyle, “Sistemin sana eşit fırsatlar sunuyor olması, o fırsatlara erişebildiğin anlamına gelmiyor.” der. O halde sosyal bir devlette yaşayan herkes tarafından gündeme getirilmesi gereken soru çok açık ve net: Sağlıklı ve yeterli gıdaya erişimin, iyi koşullarda barınmanın, nitelikli eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşımın temel haklar olduğunu biliyoruz; ancak yoksulluk ile bu haklara erişebilme yetisi arasında çözülmesi güç düğümlerle örülen ilişkiye yeterince odaklanıyor muyuz?

Covid-19 salgınıyla birlikte pek çok ülke için sözde kalan sosyal devlet olgusu, ekonomik kriz ve düşen alım gücümüzle birlikte pandemi sonrasında da farklı yönleriyle karşımıza çıkmaya devam etti. Son yıllarda giderek artan fiyatların, geniş bir kesim için gıdaya erişimi önemli sorun haline getirmesi bu yansımalardan yalnızca biri. Ekonomik İş birliği ve Kalkınma Örgütü tarafından hazırlanan son rapora göre OECD ülkelerinde eylül ayı ortalama gıda enflasyonu yüzde 8,1 iken, Türkiye  tabloda birinci sıradaki sarsılmaz yerini %75 ile koruyor. Bu oran, gıdaya erişimde zaten güçlük yaşayan kırılgan gruplar için koşulların ne denli zorlaşmış olabileceğini tahayyül etmeyi dahi güçleştiriyor.


2O22 Global Gıda Güvencesi Endeksi’ne göre Türkiye, gıdanın ekonomik karşılanabilirliği açısından 113 ülke arasında 81. sırada yer alıyor. Buna karşın sosyal harcamalara ayrılan miktarın uzun yıllardır değişmediğini ve hatta azaldığını görüyoruz. OECD’nin Sosyal Harcama Veritabanı’na göre Türkiye’de GSYH içerisindeki sosyal harcamaların payı 2019 yılında 12.5 iken 2022 yılında 12.4’e geriledi.


GIDA FİYATLARINDAKİ ARTIŞIN DERİNLEŞTİRDİĞİ YOKSULLUKLA MÜCADELE ŞART

Elbette gıda fiyatlarındaki yükselişin kalıcı olarak azaltılması için, sorunu oluşturan çeşitli makroekonomik etkenlerin ortadan kaldırılmasına yönelik adımlar atılması elzem. Ancak artık göz ardı edemeyeceğimiz kadar su yüzüne çıkan yoksullukla mücadele etmek için tek başına yeterli değil. Bugün bilinenin ötesinde, kalıplaşmış haliyle karşımızda duran yoksulluğun etkilerini azaltmak için, sürecin mutlaka gerekli sosyal politika adımlarıyla birlikte desteklenmesi de gerekiyor.

2O22 Global Gıda Güvencesi Endeksi’ne göre Türkiye, gıdanın ekonomik karşılanabilirliği açısından 113 ülke arasında 81. sırada yer alıyor. Buna karşın sosyal harcamalara ayrılan miktarın uzun yıllardır değişmediğini ve hatta azaldığını görüyoruz. OECD’nin Sosyal Harcama Veritabanı’na göre Türkiye’de GSYH içerisindeki sosyal harcamaların payı 2019 yılında 12.5 iken 2022 yılında 12.4’e geriledi. Enflasyonun bir getirisi de yarınının ne getireceğini bilmeden yaşamaya çalışmakken ve inşa edilecek mücadele yöntemlerinin sırtını en başta gelir desteğine yaslaması gerekiyorken bu sosyal harcama rakamları sorunun ne denli görmezden gelindiğini apaçık gösteriyor.

Hâlbuki gıdaya erişim sorununun geldiği akut hali görmek için, yoksul hanelerin kapısını biraz aralamak yeterli. Geçinememenin kırmızı et, tavuk, balık ve meyve gibi besin değeri yüksek gıdaları yiyememeye başlamak, öğün atlamak veya gıdaya hiç erişememek haline geldiği, yeterli besine ulaşamadıkları için sağlık problemleri ve gelişimsel sorunlar yaşayan çocukların boş beslenme çantasıyla gittikleri okulda paylarına başarısızlıktan başka bir şey düşmediği, kadınların evdeki tencerenin kaynaması için çaba göstermek, üniversite öğrencilerinin ise harçlıklarını yettirebilmek için tek tip beslenmek zorunda kaldığı böylece kolaylıkla görülecektir.


Hane ekonomilerinin desteklenmesi için İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hayata geçirilen en önemli uygulamalardan biri de şüphesiz “Kent Lokantaları”. İstanbul’un erişilebilir noktalarında konumlandırılan bu yemek mekânları kapsayıcılığıyla; öğrenci, emekli, dar gelirli, çalışan ve çalışmayan tüm kesimler için sağlıklı ve güvenli gıdaya düşük ücretlerle ulaşım imkânı sağlıyor.


SAĞLIKLI VE GÜVENLİ GIDAYA ERİŞİMİN YERELDE MÜMKÜN KILINDIĞI MEKÂNLAR: İBB KENT LOKANTALARI

İstanbul, Türkiye’nin en kalabalık şehri olması sebebiyle artan fiyatların yoksulluğa etkisinin tüm boyutlarıyla görülebileceği bir kent. Çoğu hane, kazandığını kira ve faturalara pay ettikten sonra elde kalan tutarla yaşamı idame ettirmeye yarayacak düzeyde temel gıda ihtiyaçlarını alarak ay sonunu getiriyor. Pahalılığın neden olduğu bu aşamaya merkezi yönetim tarafından edilmeyen her müdahale, mal ve hizmetleri yalnızca piyasadan satın alma gücüne sahip kişilere ulaştıran mevcut eşitsiz düzeni besliyor. Bu durum aynı zamanda sorunlara daha mikro düzeyde müdahale edebilse de, yerelin sunacağı iyi örneklere duyulan ihtiyacı artırıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, yoksullukla mücadele için sosyal desteklere ayırdığı bütçeyi artırmanın yanı sıra şehirdeki yaşam maliyetini düşürmek için de çeşitli sosyal hizmet uygulamalarını hayata geçiriyor. “Yuvamız İstanbul Kreşleri”, “Halk Süt”, “Anne Kart”, “Öğrenci Yurtları”, “Ders Atölyeleri” bu çerçevede ele alınabilecek hizmetlerden bazıları.

Hane ekonomilerinin desteklenmesi için İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hayata geçirilen en önemli uygulamalardan biri de şüphesiz “Kent Lokantaları”. İstanbul’un erişilebilir noktalarında konumlandırılan bu yemek mekânları kapsayıcılığıyla; öğrenci, emekli, dar gelirli, çalışan ve çalışmayan tüm kesimler için sağlıklı ve güvenli gıdaya düşük ücretlerle ulaşım imkânı sağlıyor. Böylece mevcut ekonomik durumla baş etmeye çalışan İstanbulluların bir öğün için ayırdığı miktarı azaltarak, tasarruf etmelerine katkı sağlıyor. Halihazırda kentin 8 ilçesinde yer alan 9 Kent Lokantası içeriği günlük olarak belirlenen menü ile çorba, ana yemek, yardımcı yemek ve salatadan oluşan dört çeşitlik bir öğünü yurttaşlara hijyenik koşullarda sunuyor. Lokantalarda çalışan personelin kadın olması, hizmetin aynı zamanda kadın istihdamını desteklemenin bir aracı olarak da işlev gördüğünü gösteriyor.

Kent lokantaları ve yukarıda saydığım tüm diğer hizmetler, yoksulluğun çok boyutlu yapısını gören ve omuzlardaki geçim yükünün azaltılması için onunla her yönüyle mücadele eden bir sosyal politika anlayışının çıktısı olarak ele alınabilir. Öyle ki gıda enflasyonu ile mücadele için çözümün “geçinememe alışkanlığı” geliştirmekten geçmediği yeterince açık. Madem makro düzeyde iyi işleyen bir sosyal politikanın varlığından söz edemiyoruz, o halde yerelde uygulanan ve iyi işleyen bu hizmetleri örnek göstererek dönüşümün başlangıcını tetiklememiz gerekiyor.


Yavuz Saltık, Sosyal Politika Uzmanı, Araştırmacı